“`html
Amerikan Uçakları İran’ın Nükleer Tesislerini Hedef Aldı
Amerikan hava kuvvetleri, İran’ın önemli nükleer tesisleri olan Fordo, Natanz ve İsfahan’a yönelik saldırılar düzenledi.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) tarafından yapılan açıklamada, Fordo tesisi çevresinde herhangi bir radyasyon seviyesi artışına rastlanmadığı bildirildi.
Suudi Arabistan da yapılan incelemelerde radyasyon seviyelerinde bir yükselmeye şahit olunmadığını duyurdu.
Kurumun başkanı Rafael Grossi, Pazartesi günü başkanlar kurulunu olağanüstü bir toplantıya çağırdığını açıkladı.
BBC Türkçe ile konuşan uzmanlar, mevcut şartlarda büyük bir nükleer sızıntı ihtimalinin oldukça düşük olduğunu ifade etti.
Uzmanlara göre, radyasyon sızıntısının boyutu, hedef alınan tesisin türüne bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Özellikle enerji üretimi yapan nükleer reaktörlerin vurulması, daha büyük tehlikeler taşıyor.
Uranyum, sadece nükleer yakıt olarak değil aynı zamanda nükleer silahların yapımında da kullanılabilmektedir.
Uranyum zenginleştirme tesislerinde olası hasarların yol açacağı sızıntılar ise genellikle daha sınırlıdır.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Enerji Enstitüsü’nden Nükleer Uzman Prof. Dr. İskender Atilla Reyhancan, İsrail ve ABD’nin hedef aldığı İran tesislerinin çoğunun enerji üreten santraller değil, uranyum zenginleştirme tesisleri olduğuna dikkat çekti.
Bu zenginleştirme tesislerinde, gaz formundaki uranyum, santrifüj cihazlarında ayrıştırılarak uranyum-238 ve uranyum-235 izotoplarına dönüşmektedir. Daha hafif olan uranyum-235, nükleer enerji ve silah üretiminde kullanılmaktadır.
Uranyum zenginleştirme işlemi, bu ayrıştırma süreci tekrarlandıkça gerçekleştirilmektedir.
IAEA’nın 21 Haziran’da yaptığı bir açıklamada, saldırıya uğrayan tesislerde nükleer malzeme bulunmadığı ya da yalnızca düşük oranda doğal ya da az zenginleştirilmiş uranyum bulunduğu bildirildi. Bu bağlamda, olası radyoaktif kirlenme sadece hasar gören yapılarla sınırlı kalmaktadır.
Prof. Dr. Reyhancan, Natanz tesisinin potansiyel risklerine dair şöyle konuştu: “Bu tesis, gaz santrifüj sistemleri içermekle birlikte zenginleştirme işlemleri gerçekleştirmektedir. Nükleer tesisler, genellikle dışarıdan gelebilecek her türlü etkiye karşı dayanıklı olarak tasarlanmaktadır. Dolayısıyla, eğer bir fisyon olayı meydana gelmezse, sadece zenginleştirilmiş uranyum malzemesinin açığa çıkma riski vardır. Ancak bu durumun Türkiye’yi etkilemesini beklemiyorum.”
Ankara Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Yücel ise Natanz gibi zenginleştirme tesislerinin radyoaktif tehlikelerini şu şekilde değerlendiriyor: “Uranyum zenginleştirme tesisinin vurulması durumunda ortaya çıkabilecek uranyum hekzaflorür gazı, ciddi bir risk teşkil ediyor; UF6 olarak bilinen bu madde, kimyasal açıdan aşındırıcı ve radyotoksik bir gazdır.”
Yücel, UF6’nın gözlere, deriye, akciğerlere ve böbreklere zarar verebileceğini belirtti.
Bu tür zenginleştirme tesisleri arasında en dikkate değer olanı, Tahran’ın güneyinde bulunan Fordo tesisidir. Bu tesisin, yalnızca ABD envanterinde bulunan “sığınak patlatıcı” bombalarla imha edilebileceği düşünülen bir derinlikte inşa edildiği ifade edilmektedir.
Türkiye Nükleer Krizle Nasıl Baş Etmeyi Planlıyor?
Türkiye’de, olası bir radyoaktif sızıntı ve nükleer felaket durumunda yetkili kurumlar İçişleri Bakanlığı’na bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile irtibatlı Nükleer Denetleme Kurumu (NDK) olarak belirlenmiştir.
Uzmanlar, nükleer felaketlere karşı alınacak ilk önlemin erken uyarı sistemleri olduğunu vurgulamaktadır.
NDK, Türkiye genelinde düzenli olarak radyasyon ölçümleri yapan Radyasyon İzleme ve Uyarı Sistemi Ağı (RADİSA) üzerinden hizmet vermektedir. Kurumun web sitesinde yer alan bilgiye göre, 81 il merkezi, 111 ilçe merkezi, 12 termik santral ve 4 nükleer yakıt uygulaması içeren tesisin yanı sıra 3 sınır karakolu ve Akkuyu Nükleer Güç Santrali çevresinde toplamda 239 RADİSA istasyonu bulunmaktadır.
Prof. Dr. İskender Atilla Reyhancan, RADİSA’nın Avrupa Birliği (AB) ve IAEA sistemlerine entegre olduğunu belirtti ve bu sistemin sürekli olarak saniyeler aralığında veri topladığını ifade etti.
Reyhancan, özellikle Türkiye’nin sınır bölgelerinde ve kritik nükleer tesislerde yoğunlaşan sistemin işleyişini detaylandırarak: “Bazen ani yükselmeler yaşanabiliyor; uzaydan gelebilecek radyasyon, bu dedektörlerin tepkisini etkileyebiliyor. Eğer bir bölgede sürekli bir yükselme olursa, sistem alarm vermekte ve ilgili ekiplere bilgi iletilerek gerekli önlemler alınmaktadır,” dedi.
İsrail’in 13 Haziran’da İran’daki nükleer tesisleri hedef almasının ardından, NDK tarafından yapılan açıklamada Türkiye’deki radyasyon seviyelerinde 14 Haziran itibariyle herhangi bir artış olmadığı duyuruldu.
Radyasyon Seviyesi Artışı Tespit Edilirse Ne Olacak?
Böyle bir durumda, AFAD’ın Ulusal Radyasyon Acil Durum Planı (URAP) devreye girecektir. URAP, nükleer sızıntı anında, hangi kurumun ne şekilde hareket edeceğini, kimlerin sorumlu olacağını ve alınması gereken tedbirleri detaylı bir şekilde tanımlamaktadır.
Planın amaçları arasında; durumu kontrol altına almak, acil durum sonuçlarını en aza indirmek, gerekli tıbbi müdahaleleri gerçekleştirmek, halkı bilgilendirmek ve çevre ile mülkü korumak yer almaktadır.
Prof. Dr. Haluk Yücel, olası bir radyasyon sızıntısı yaşanması durumunda alınacak önlemleri şu şekilde özetliyor: “Tam bir koruma sağlamak mümkün değil. En büyük dileğimiz bu tür bir felaketin yaşanmamasıdır. Ancak böyle bir durum meydana gelirse, NDK’nın elinde radyiyotop tabletleri bulunmakta ve bu tabletlerin sınırda yaşayan insanlara dağıtılması planlanmaktadır. Ayrıca, kimyasal gazları filtreleyen cihazlar da dağıtılabilir.”
“`