Ankara’da Yükseköğretim Kongresi’nde kimlik bunalımı masaya yatırıldı: Uluslararası katılımcılar ortak sorunlara dikkat çekti

“`html

Maarif Platformu’nun başkanı Prof. Dr. Osman Çakmak yönetimindeki bir değerlendirme ekibi, Prof. Dr. Dursun Ali Tokel, Doç. Dr. Gürkan Ergen ve Doç. Dr. Said Ceyhan’dan oluşuyor. Bu ekip, kongre sürecinde sunulan bildirileri derinlemesine inceleyerek, yükseköğretim sistemine dair güncel sorunları kapsamlı bir bakış açısıyla ele aldı.

Son yıllarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde Türkiye, “Türkiye Yüzyılı” vizyonu doğrultusunda önemli gelişmelere imza atarak savunma sanayinde kendine has atılımlar gerçekleştirmeye devam ediyor. Eğitim alanında ise, Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” projesi bu dönüşümün temel taşını oluşturmaktadır. Ancak, bu geniş kapsamlı vizyonun tüm eğitim kurumları tarafından benimsenmesi ve somut sonuçlar doğurması için akademisyenler ve düşünce kuruluşlarına, özel olarak üniversitelere büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu bağlamda, Maarif Platformu, teorik ve pratik tekliflerle sürece aktif olarak katkıda bulunuyor.

Yükseköğretim Kongresi

Yükseköğretim: Bulunduğu Nokta Üzerine Kritik Sorgulamalar

Kongre, yükseköğretim kurumlarının ve Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) konumunu belirlemek üzerine yapılan tartışmaları içermekteydi. Bilimin toplumla gerçek bir bağ kurması, üniversitelerin kendilerine özgü kimlikler geliştirmesi ve 1980 yılındaki askeri dönemin izlerini silerek, millete hizmet eden, bölgesel ve tematik bir yapıya geçiş yapması adına atılan adımlar önem kazandı.

Bu çerçevede, 26-27 Mayıs 2025 tarihlerinde Ankara’da, İbn Haldun Üniversitesi ile Eğitim-Bir-Sen’in iş birliğiyle düzenlenen Uluslararası Yükseköğretim Kongresi, “Türkiye’de Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırılması: Yenilikler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri” konusunu ele alarak, uzun zamandır beklenen yerli bir değerlendirme imkânı sundu.

Kongrede, üniversitenin yalnızca yapısal yönleri değil, felsefi temelleri de sorgulandı.
“Üniversite ne anlama geliyor, neye hizmet ediyor ve kimliğini nereden alıyor?”

gibi temel meseleler kapsamlı bir biçimde tartışıldı. Katılımcılar, üniversitenin bir eğitim kurumu olmanın ötesinde, düşüncenin merkez üssü, bilimsel araştırmaların öncüsü ve toplumun sosyal ekonomik kalkınmasına yön verecek bir “taşıyıcı kolon” olması gerektiğini vurguladılar.

Türkiye’nin farklı bölgelerinden yaklaşık 70 üniversitenin rektörleri ve yöneticilerinin yanı sıra Eğitim-Bir-Sen’in bölge temsilcilerinin katılımı, bilim konusuna verilen önemi gözler önüne serdi. YÖK ve ÖSYM başkanlarının etkinliği, yıllardır gündeme getirilen reform taleplerinin nihayet eyleme dönüşebileceğine dair umutları artırdı.

Kongre Katılımcıları

Kongrede Uluslararası Dikkatler Ortak Sorunlar Üzerine Yoğunlaştı

Farklı ülkelerden gelen birçok iştirakçi kongreye katkıda bulundu. Özellikle Asya-Afrika Üniversiteler Birliği’nin Direktörü Prof. Dr. Eşref Abdurrefa, Türkiye’nin uluslararası öğrenci potansiyelini yeterince değerlendiremediğini ve mevcut politikaların bu bağlamda yetersiz kaldığını belirtti.

İslam dünyasından gelen rektörler ve akademisyenler de benzer şekilde, Türkiye’nin zengin tarihî ve kültürel mirasına rağmen, üniversitelerin bu mirasta kendilerini yabancılaştırdıklarını ifade ettiler. Eğitimin materyalist bir düzleme kayması, Türkiye dahil olmak üzere birçok İslam ülkesinde ortak bir kimlik ve anlam krizine yol açtığına dikkat çekildi.

Katılımcılar, Türkiye’nin “Türkiye’den büyük” olduğunu belirterek, sadece coğrafi değil, medeniyet açısından da merkezî bir rol üstlenmesi gerektiğini vurguladılar. Bu bağlamda, Türkiye’nin Batı’nın seküler ve materyalist bilgi anlayışından çıkıp, kadim İslam medeniyetinin bilgelik taşıyıcısı ve ilim anlayışının yeniden kurucusu olması gerektiği ifade edildi.

Ancak, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gündemdeyken, Milli Eğitim Bakanlığı temsilcilerinin kongrede yer almadıkları, sürecin henüz tam anlamıyla kapsamlı bir şekilde ele alınmadığına yönelik bir eksiklik olarak değerlendirildi. Yine de kongre sonrası elde edilen bilgiler, bu buluşmanın daha büyük bir sürecin başlangıcı olduğunu, yükseköğretimin kendi sorunlarını tespit edip bunları diğer kurumlarla paylaşmayı hedeflediğini ortaya koydu. Bu yönüyle kongre, üniversitenin kendine dönük bir muhasebe yapması olarak adlandırıldı.

Yüzeysel Değil, Derin Çözüm: İthal Yapılardan Kurtulmalıyız

Kongrede sunulan bazı bildirilerin, sorunları yüzeysel yaklaşımlarla ele almaya çalıştığı gözlemlenirken, başkaları ise “yaranın iltihabına inme” cesaretini gösterdi. Bu eleştirilerde dikkati çeken en önemli gerçek, Türk yükseköğretiminin bu coğrafyanın ruhuna yabancılaşarak “ithal yapı” haline geldiğiydi. “Yeni bir üniversite kurma değil, bize ait bir üniversite inşa etme cesareti” ifadesi, kongrenin ana temasını oluşturdu. Bu çığır açan ifade, sadece yapısal reform çağrısını değil, aynı zamanda Nurettin Topçu’nun “irfanla maarif” idealine uygun köklü bir zihniyet değişimini müjdeledi.

Prof. Dr. Osman Çakmak sunumunda
Nurettin Topçu, Oktay Sinanoğlu, Bediüzzaman Said Nursi, Fuat Sezgin

gibi önemli düşünürlerin görüşlerinden hareketle, üniversitenin yalnızca teknik bilgi sunan değil, aynı zamanda değer üreten, anlam oluşturan ve insanı sorumlulukla kuşatan bir kurum olması gerektiğini vurguladı.

Çakmak, Ömer Özyılmaz’ın “AK Parti eğitim hedeflerine neden ulaşamadı?” analizlerini ve Tahsin Görgün’ün “asalak üniversite” eleştirisini gündeme getirdi. Görgün’ün “asalak üniversite” eleştirisi, Batı menşeli yapının fikirsel köksüzlüğüne işaret ediyor. Görgün’ün Topçu ile benzer şekilde dile getirdiği “beden-beyin” ayrılığı, üniversitenin toplumdan kopmasıyla, bilginin de kimliksizlik sorununu beraberinde getirdiğini gösteriyor. Bu noktada Oktay Sinanoğlu’nun “Eğitimin dili, düşüncenin evidir; bu yüzden eğitim anadilinde olmalıdır” söylemi oldukça dikkat çekicidir. Kavramla düşünen bir birey, kavramı ithal ettiğinde düşünce iklimini de başka bir yere kiraya vermiş olur.

Yayın sayısı değil, Yetiştirilen Öğrenci ve Toplumsal Katkı Esas Olmalı

Kongrede, akademisyenlerin yalnızca İngilizce makale sayısı ile ölçülmesinin, üniversiteleri Batı’nın bilim üretiminde “taşeron” bir konuma soktuğu eleştirileri gündeme geldi. Asıl değerin, yetiştirilen öğrenci, kurulan düşünce ekolü, oluşturulan bilim atmosferi ve toplumla kurulan bağda olduğu ifade edildi. Üniversitenin yalnızca bilgi tüketen değil, aynı zamanda anlam üreten ve değer inşa eden bir kurum olması gerektiği vurgulandı.

Akademinin topluma karşı sorumluluğu, yalnızca yayın sayılarıyla değil; danışmanlık, inovasyon, Ar-Ge ve yerli düşünce üretimi ile ölçülmelidir. Kendi kendine kapanmış bir üniversitenin, bilim anlayışımızı inşa edemediğinden kaynaklandığı tespit edildi.

Mevcut sistemde bilim politikalarının ve araştırma önceliklerinin ya yokluğu ya da yalnızca kağıt üzerinde kaldığı; araştırma ödeneğinin gereken şekilde dağıtılmadığı, akademisyenlerin yayın sayılarına fazla odaklandıkları eleştirildi. Çözüm önerisi olarak, akademik unvanların ve değerlendirme kriterlerinin toplumsal ve bilimsel katkılar temelinde gözden geçirilmesi gerektiği belirlendi.

Üniversiteler, araştırma destek kurumları ve sanayi ortak bir misyona hizmet etmelidir. Bu işbirliğiyle belirli izleme mekanizmaları ve bağlayıcı kurallar oluşturulması, üniversite yönetimlerinde yerel yönetimlerin de katkısının sağlanması durumunda kaynakların etkin ve hedefe yönelik kullanılabileceği; sadece yayın üretme anlayışının sona erebileceği ifade edildi.

Bu doğrultuda Türkiye’nin öncelikli araştırma alanlarının toplumun tüm kesimlerinden gelen taleplere göre şekillendirilerek ilan edilmesi gerektiği vurgulandı.

Sonuç olarak, üniversitelerin araştırma ve eğitim faaliyetlerinin toplumsal fayda ve ulusal hedeflerle birleştiği bir yapı kurulduğunda, sanayi ve toplum arasında etkili bir etkileşim sağlanacak; üniversite, toplumun düşünce ve karar verme merkezi işlevlerini üstlenecek, bilim üretimi gerçek anlamda işlevsel ve sürdürülebilir olacaktır.

Kimliksizlik Tuzaklarında Üniversite: Zihniyet Bunalımı

Kongre oturumlarında, üniversitelerimizin başkalarının kavramlarıyla kendi dünyamızın inşasına çalışmasının, sorunları doğru bir biçimde tanımlayamamak ve bu topraklara uygun çözümler geliştirememek gibi sonuçlar doğurduğu vurgulandı.

OECD’nin 2023 yılı raporuna göre yükseköğretimde başarı, “stratejik yönetişim kapasitesi, kurumsal özerklik, şeffaf hesap verebilirlik ve paydaş katılımı” gibi dört temel sütuna dayanmaktadır. Ancak başkalarının kavramlarıyla düşünen bir yapı, problemlerinizi çözmez. Evet, bu kavramlar evrensel olarak önemlidir; ancak onları bizim düşünce dünyamızda, tarihsel bağlamımızda yeniden tanımlamadıkça, sadece büroktatik bir süs olarak kalacaktır.

Türkiye savunma sanayiinde büyük ilerlemeler kaydederken, Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Maarif Modeli” gibi dönüşüm projeleri gündemdeyken, üniversitelerin ya sürecin dışında kaldığı ya da mevcut durumu koruma güdüsüyle hareket ettiği başlıca tartışma konularından birini oluşturdu. Üniversitelerin, “anlam eksikliği” sorununu gidermek için “Üniversite neden var?”, “Ne üretmeli?” ve “Kimi ve nasıl yetiştirmeli?” gibi temel sorulara cevap bulması gerektiği dile getirildi.

Bilim Anlayışımızı Yeniden İnşa Etmek Zorundayız

Kongrede sıklıkla vurgulanan ana meselelerden biri, kendi özgün bilim anlayışımızı inşa edemediğimizin, bilim dilini ruhsuz ve mekanik bir teknik üretim aracına dönüştürdüğüydü. Oysa bizim kadim geleneğimizde ilim, yalnızca nesnel verilerin toplamı değil; varlığın gerçeğine ve yaşamın amacına ulaşmanın hikmetli bir yolculuğu olarak görülmüştür.

Günümüzde bilgi yalnızca “veri” olarak sunulmakta; anlam, değer ve amaç gibi temel sorular dışlanmaktadır. Bu yüzden kendi kavramlarımızla yeniden buluşamıyor, düşünce dünyamızı yerli bir zemine oturtamıyoruz. Bu durum, bilim ile kültür arasında derin bir ayrıma ve kimliksizlik sorununa yol açmaktadır.

Bu bağlamda, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” henüz pek çok fırsatı barındırsa da, bu yaklaşımın yükseköğretimde uygulanamaması, üniversitelerdeki kimlik bunalımını daha da besleyecek ve zihinsel sömürgeleşmeyi sürdürecektir.

Bu bağlamda, “Sentetik Dille Maarif Olmaz” vurgusu gündeme geldi. Ana dili ile bağı kopmuş, yapay ve ithal bir akademik pazarlamak üzerinden gerçeklikle buluşmanın mümkün olmadığı açıkça ifade edildi. Bu dil üzerinden hukuk, tıp ve felsefe gibi köklü alanların kurulamayacağı belirtildi.

Kongrede, “hekim” ile “hakîm” kelimelerinin aynı kökten türediği hatırlatılarak, hikmetten uzak bir bilim dilinin hem halktan kopardığı hem de teknolojik gelişmeleri taklit düzeyine düşürdüğü vurgulandı. Bu bağlamda, Batı tıbbında “beyin ölümü” kavramı ile geleneksel tıp anlayışındaki “kalbin durması” kavramı arasındaki fark, kavramların ardındaki dünya görüşü farklılıklarını ve kültürel kopuşun boyutlarını ilginç bir örnekle gösterdi.

Küresel Endeksler Değil, Milletin İhtiyacı Esas Alınmalı

Doç. Dr. Said Ceyhan ve Dr. Öğr. Üyesi M. Akif Peçe’nin Yükseköğretim Kongresi’nde gerçekleştirdiği ampirik çalışma, yükseköğretimin sosyal kalkınmaya olumsuz etkiler doğurduğunu ortaya koydu. Üniversiteleşmenin arttığı dönemlerde, boşanma ve mahkûm sayılarında artış, üniversite şehirlerinde kütüphaneler yerine kafe sayısının artması gibi tespitler dikkat çekti. Daha da dikkat çekici bir nokta, üniversite eğitimi almış bireylerin ekonomik göstergeler üzerinde önemli bir katkı sunamadığı, hatta bir yük oluşturduğu gözlemlendi.

Bu bulgular, mevcut üniversitelerin toplumsal kalkınmaya veya ekonomik gelişmeye katkı sağlamadığını, aksine toplumsal bozulmalara yol açtığını vurgulamaktadır. Eğitimde yaşanan kimlik krizi ve yabancılaşmanın, üniversiteleri kendi toplumunun ihtiyaçlarına değil, küresel akademik denetim sisteminin yönlendirmelerine göre hareket etmeye zorladığı dile getirildi. “Sömürge üniversite” kavramı da bu bağlamda tartışmaya açıldı.

Üniversitenin Batılı endeksler üzerinden “akademik taşeronluk” merkezlerine dönüştüğü, bilginin millete değil, görünürlük ve onay için üretildiği sonucuna varıldı. Ceyhan’ın WoS yayınlarının ekonomik büyüme ile ilişkisini incelediği çalışması, WoS yayınlarının ekonomik büyüme ile düşük, cari denge ile ise anlamsal olarak zayıf bir ilişki içinde olduğunu gösterdi. Bu durum, akademik üretimin büyük bir kısmının gerçek faydaya dönüşmediğinin bir kanıtı olarak sunuldu.

Kavram Sömürgeciliğinden Kurtulmak ve Zihniyet Devrimi Zorunluluğu

Modern çağın en derin ve en insidans işgallerinden biri, eğitim ve bilim alanında yaşanan kavram sömürgeciliğidir. İsmail Aydoğan’ın belirttiği gibi, bu mesele yalnızca kelimelerimizin değil, düşünce tarzımızın, bilim anlayışımızın ve eğitim sistemimizin de zihinsel bir kuşatma altında olduğunu göstermektedir. Üniversitelerimiz, kendi fikrî köklerinden koparılmış, seküler ve faydacı modellerle şekillendirilmiş durumdadır. Bu dönüşüm, felsefi derinlikten yoksun, ezberci ve taklide dayalı eğitim politikalarıyla daha da belirginleşmiştir.

Oysa ilim, sadece bilgi depolama değil, aynı zamanda anlam ve değer inşa etme sürecidir. Bilgiyi kim, nasıl ve neden üretir? Asıl soru budur. Kuru, mekanik ve tarafsız olduğu iddia edilen bilgi bugün küresel düzeyde hegemonik amaçlarla yönlendirilmekte; toplumlar bu sahte tarafsızlıkla aldatılmaktadır. Bilginin hangi ahlaki temele dayandığı, hangi medeniyet perspektifine hizmet ettiği göz ardı edilmektedir; böylece bilim, insanlığı yücelten bir değer olmaktan çıkarılarak, araçsal aklın çıkar nesnesi haline getirilmektedir.

    İslam medeniyetinde ilim, asla yalnızca nesnel olguların bilgisinden ibaret olmamıştır. Müslüman âlimler,
    Kur’ân’da geçen “düşünmez misiniz?”, “akletmez misiniz?”, “ibret almaz mısınız?”

    çağrılarına kulak vererek, varlık âlemini tevhid ekseninde anlamaya çabalamışlardır. Bu anlayış, Orta Çağ’da Müslümanlara yalnızca bilimsel üretim değil, aynı zamanda varoluş motivasyonu kazandırmıştır. Kâinat, Allah’ın kudret ve hikmetini yansıtan bir kitap; bilim ise bu ilahi kitabı okuma çabası olarak değerlendirilmiştir.

    İşte bu düşüncenin çağdaş bir yansıması olarak,
    Fuat Sezgin

    ’in İslam bilim tarihine dair çalışmaları ve
    Bediüzzaman Said Nursi

    ‘nin dinî ve fen bilimlerini birlikte okutma gerektiği vurgusu, sadece geçmişe dönük bir hatırlatma değil, medeni temelli yeni bir ilim anlayışının kaçınılmaz bir ihtiyacı olarak öne çıkıyor.
    Bediüzzaman

    , ilmin materyalizme ve inançsızlığa itiraz ederken; hakikate ancak tefekkür, sorgulama ve ahlaki sorumlulukla ulaşılabileceğini ifade etmiştir. Dinî bilgiler anlamın ve değerin kaynağını gösterirken; fen bilimleri, varlık dünyasını anlamanın yollarını açar. Bu iki alanın paralel öğretilmesi, yalnızca bilgi değil, hikmet üretmenin imkânını da yeniden canlandıracaktır.

Bilim, kendi değer dünyamızdan, inanç ve kültürel mirasımızdan beslenmediği sürece bizi temsil edemez ve eğitim kimlik kazandırma işlevini yerine getiremez. Zira ahlak olmadan hakikat bulunamaz, hikmet olmadan ilim köksüzleşir. Bilim, değerlerden ve anlamdan arındırıldığında, insana yol göstermek yerine onu nesneleştirir; özne olmaktan çıkarır. Bu nedenle eğitim sistemimizin ve bilim anlayışımızın materyalizmin etkisinden kurtarılması ve köklü bir tevhidî zemine oturtulması, bir seçenek değil, bir zorunluluktur.

“`

Related Posts

Bir Demet Tiyatro’nun yönetmeni Sevgi Birsel vefat etti

Bir Demet Tiyatro’nun yönetmeni Sevgi Birsel vefat etti

Emir Sarıgül kimdir, nereli, kaç yaşında? Emir Sarıgül’ün kariyeri ve biyografi bilgileri

Emir Sarıgül, özel hayatı ve kariyeri ile gündemde yer alıyor. Sibel Can ile birlikteliği ile bilinen Emir Sarıgül, CHP Milletvekili Mustafa Sarıgül’ün de oğludur. Peki, özel hayatında yaşanana gelişmeler dolayısıyla hayatı merak konusu olan Emir Sarıgül kimdir, nereli, kaç yaşında? İşte Emir Sarıgül hakkında bilgiler…

YÖKDİL/2 BAŞVURU TARİHİ VE KILAVUZU 2025 | YÖKDİL başvuruları ne zaman, nasıl yapılır, başvuru ücreti ne kadar? 2025 YÖKDİL/2 başvuru ve sınav takvimi!

YÖKDİL başvuruları için beklenen gün geldi. Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yayımlanan 2025 ÖSYM sınav takvimine göre 2025-YÖKDİL/2 (Yükseköğretim Kurumları Yabancı Dil Sınavı) başvuruları 11 Haziran 2025 tarihinde başlıyor. YÖKDİL sınav ücretini başvuru kılavuzunda yer alan bankalara yatıracak olan adaylar ÖSYM’nin AİS ekranı üzerinden işlemlerini tamamlayacaklar. Söz konusu sınavın başvuru kılavuzu da ÖSYM duyurusu ile erişime açılacak. Peki, YÖKDİL başvuruları ne zaman, nasıl yapılacak? 2025 YÖKDİL/2 başvuru ücreti ne kadar? İşte, YÖKDİL başvuru tarihleri ve sınav takvimi bilgisi!

Kurban eti yıkanır mı? Kurban eti ne kadar dinlendirilir, hemen yenir mi ve nasıl saklanır?

Kurban eti yıkanır mı sorusu, her yıl olduğu gibi bu Kurban Bayramının da en çok araştırılan konuları arasında yer alıyor. Kurban kesiminin ardından etin üstünde yer alan küçük kıl ve toprak gibi dış etmenleri ortadan kaldırmak isteyen pek çok kişi, Kurban etinin yıkanıp yıkanmadığını sorguluyor. Diğer taraftan Kurban etinin dinlendirilme süresi, hemen tüketilip tüketilmeyeceği ve saklama koşulları da merak edilen husus oluyor. Peki, Kurban eti yıkanır mı? Kurban eti ne kadar dinlendirilir, hemen yenir mi ve nasıl saklanır? İşte, konuyla ilgili detaylı bilgiler

MEB yetenek sınavı başvuruları başladı mı, ne zaman yapılacak? İlkokul ve ortaokul yetenek sınavı tarihi açıklandı mı? Kılavuz yayınlandı!

Yetenek sınavıyla öğrenci alan ilkokul ve ortaokullara ilişkin başvuru kılavuzu yayınlandı. Güzel sanatlar müzik ilkokulları/ortaokulları ve spor ortaokulları öğrenci seçme ve yerleştirme işlemleri belirlenen takvim doğrultusunda gerçekleştirilecek. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre başvuru işlemleri e-okul.meb.gov.tr üzerinden “Sınav ve Nakil İşlemleri” başlığı altında açılacak başvuru ekranından yapılacak. Peki MEB yetenek sınavı başvuruları başladı mı, ne zaman yapılacak? İlkokul ve ortaokul yetenek sınavı ne zaman? İşte ayrıntılar…

2025 DGS geç başvuruları başladı mı? DGS geç başvurusu nasıl yapılır, başvuru ücreti ne kadar?

Önlisans eğitimini tamamlayan adayların lisans programlarına geçiş yapabilmek için katılacağı Dikey Geçiş Sınavı (DGS) için geç başvuru tarihleri adaylar tarafından araştırılıyor. Peki, 2025 DGS geç başvuruları başladı mı? DGS geç başvurusu nasıl yapılır, başvuru ücreti ne kadar?